top of page

Alacakaranlıkta Parıldayan Bir Pençe Olmak

Yeni asistan olduğum yıllardı. Asistanlık yıllarımda Mülkiye’de hocalarımın tanıdığı özgürlük ortamı sayesinde çalışma saatlerimi geceye taşıyabildim.

Geceleri çalışıyor, sabaha karşı eğer mevsim kış ise pencereden, yaz veya bahar ise balkona çıkıp güneşin doğuşunu seyrediyor öyle uyuyordum. Törensel bir şey haline gelmişti bu benim için. Sanki sabaha kadar yürüttüğüm çalışmayı güneşle taçlandırmak istiyor, içimden Güneş’e “bu gece çok çalıştım. Bir kutlamayı hak ediyorum. Hadi ışığınla bir şenlik yarat bana ve beni kutla” diyordum.


Baharla yazın buluştuğu gecelerden birisiydi. Yine sabaha kadar oturup çalışmıştım ve adet olduğu üzere balkona çıkıp güneşi beklemeye başladım.

Derken alacakaranlıkta önce bir kıpırtı oldu. Ardından sinirli hırıtlılarla bir grup köpek göründü. Dişlerini gösteriyor hırlıyorlardı. Bir kediyi köşeye sıkıştırmışlardı. Kedi binanın arka tarafına geçişi engelleyen duvar, istinat duvarı ve bina arasında kalmıştı. Tek kurtuluş yolunu ise köpekler tutuyordu.


Bağırdım, çağırdım, elime geçeni aşağı fırlattım. Ama köpekler başları biraz öne doğru çıkmış, omuzları düzleşmiş, ön ayakları her an atılmaya hazır bir vaziyette gözleri kediye kilitlenmiş dişlerini gösterip hırlıyorlardı. Benim çabam hiçbir işe yaramıyordu.

Derken havada bir pençe ışıldadı. Müthiş bir pençe. Tüm acısını o pençeye yüklemişti kedi. Hayata dair, o ana dair, geleceğe dair ne varsa! İhtişamlı, estetik, alacakaranlıkta parıldayan bir pençe!


Pençe köpeklere isabet etmedi. Derken hepsi birden öne doğru atıldı. Hiç beklenmedik birisi aralarından kopup kediyi ensesinden yakaladı. Havaya kaldırdı. Başını birkaç kez sağa sola salladıktan sonra kedinin cansız bedenini yere fırlattı.

Köpekler için görev tamamlanmıştı. Başları önde, birbirlerinin üzerine atlayıp oyunlar yaparak ayrıldılar bahçeden.


Kediye tekrar baktım. Cansız bedeni yerde yatıyordu. Ama çok ilginç bir şekilde geceden bir şey kalmıştı sabahın ilk ışıklarına. O an yorgun aklım mı bana oyun oynuyordu yoksa uyku ile uyanıklık arasında kalmış alacakaranlık mı öyle hissettiriyordu hala emin olamıyorum ama gözlerimi kapayınca hala onu görebiliyorum. O muhteşem pençeyi… Hiçbir işe yaramayan, hiçbir köpeğe denk gelmeyen, alacakaranlıkta parıldayan o pençe! Hiç aklımdan çıkmadı!


O geceyi de hiç unutmadım. Üstelik benim için bir tür kerteriz etkisi yarattı. Sahte ve gerçek. Hayatın içerisinden gelen, yaşamın kıyısından geçen ama yaşama dokunmayan yine de çok ama çok büyük olan şeyleri anlamama neden oldu. Birçok insanı o pençe sayesinde daha iyi anladım, çok net sınıflandırdım. Birçok insanı o pençe ile bütünleştirdim. Birçoğunu da kendi zavallı çokluklarının gölgesinde bir hiç olan köpek sürüsüyle.


Örneğin Deniz’ler, Mahir’ler, gencecik devrimci fidanlar o pençe ile bütünleşiyor benim için. Küba’daki bakanlık görevini bırakıp Bolivya’da devrim yapmak için dağlara çıkan Che Guevara’lar. Tüm devrimciler… Sırf o pençenin ihtişamı için yaşayıp ölenler. Kimseyi yaralayamasa bile alacakaranlıkta asılı kalan o ihtişamlı parıltı için yaşayanlar.

Onlar olmasa gerçek erdemi, hiçbir çıkar gözetmeksizin ömürlerini hiçe sayan devrimci tutkuyu nasıl anlayacaktık…. 06.05.2022/Ankara

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor

Gençliğimizde kavramların ideolojik olarak sahipleri vardı. Mesela “işbirliği” kavramı! Öğrencim Gökhan Aşkar tezinde tartışıyor. Kavram...

 
 
 

Kommentare


bottom of page